Devletin gücünün en acımasız tezahürleriyle karşılaşmayan Kürt kaldı mı bilinmez ama bu karşılaşmalar, birçok içsel yolculuğun çetrefilli mücadelesini gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz günlerde bir yolculuk esnasında sohbet ettiğim birinin yıllar önce başından geçen bir deneyimi oldukça dikkat çekiciydi. Hikâye şöyle:
Ankara’da bir ev baskınında kaba dayak eşliğinde gözaltına alınır Çetin. İlk gözaltısı onda dizginlenemez bir korku açığa çıkarır ve zangır zangır titremesine engel olamaz. Bugüne kadar gözaltına alınma ihtimali karşısında nasıl bir tutum takınacağı hakkında yoğunlaşmadığı için kendine kızar.
Kısa bir yolculuğun ardından götürüldüğü karakolda, kir pas içinde ağır bir kokunun yayıldığı hücreye atılır ve sorgu sırasının kendisine gelmesini endişeyle bekler. Dizginleyemediği korku sarmalı, ortada sorgucu yokken bile ruhunu çözmeye yeter. Tek bir soru sorulmadan, tek bir tokat yemeden çözülmeyi kabullenir.
Özgüveni zayıf, bedeni zayıf, iradesi zayıf biridir Çetin… Korku, her köşeyi sarmalayan bir karanlık gibi üzerine çökünce, bildiği her şeyi itiraf etme kararı alır. Tanıdığı kim, bildiği ne varsa tek tek şakıyacaktır bülbül gibi. Tatlıdır canı, dayanaksızdır işkenceye karşı. Bırakılmak için yapmayacağı şey yoktur. “Ailem var, çocuklarım var. Başka çarem yok…” diyerek kendini teskin eder, başka aileleri ve çocukları yaktığının bilinçsizliğinde veya bilincinde. Öyle ya, ihanet de direniş de bilinçli bir tercih değil midir?
İşkenceci onu sorgu odasına götürmek için hazırlık yaptığında, hücresinin duvarına kazınmış bir yazı çarpar gözüne: “İşkencenin acısı geçer ama ihanetin acısı asla!”
Duvara kazınmış bu söz, içindeki ihanet etme duygusunu yerle bir eder. Celladının elinde gözleri kapalı bir şekilde karanlığa doğru attığı her adımda, havada asılı kalan bu anlamlı söz, yüreğini kemiren bir korkuya dönüşür. Zira ihanet, bir insanın varoluşunu silen, ruhunu tüketen bir lanettir. Sorgu odasına doğru atılan her adımda, belki de hayatının en büyük cesaretini, ahlaki bir duruş ile göstermeye karar verir: “Konuşmayacağım, ihanet etmeyeceğim,” der kendi kendine.
Günler geçtikçe işkence şiddetini artırır ama o, ihanetin karanlığına gömülmek yerine işkencenin acısını kabul eder. Bireysel kurtuluşun anahtarı olabilecek kelimeler karşısında derin bir suskunluk benimser. İşkencenin devam ettiği süre zarfında zihnindeki değerler, direnişinin temel taşlarını oluşturur. Fiziksel acılar bedenini sarsarken, ruhunu teslim almayı asla başaramaz. Hücresindeki bir yazı, hayatını değiştirir. Sorgu odasına götürülmeden önce defalarca tekrar eder direnmenin altın harfli formülünü: İşkencenin acısı geçer ama ihanetin asla!
Her acı, her yara, her iz aslında bir direniş sembolüdür artık Çetin için. İşkencenin gölgesinde, ihanetin kollarına düşmektense, baş eğmeyen bir duruş sergilemenin ne denli büyük zafer olduğunu hisseder. Yazının gücü, onun gücüne dönüşür ve bu güçle ihanet lanetini silip atar ruhundan. Yazıyı o hücrenin duvarına kim, ne zaman, hangi sebeple yazdı bilinmez ama onu ölünceye kadar kemirecek bir acının girdabından kurtardığı için minnettardır ona.
Her türlü baskıya karşı direnenlerin, özlerinden vazgeçmeyenlerin sesini yansıtır bu cümle. İşkencenin acısı elbette geçebilir; fakat ihanet, kişiyi içten çürütür. İşkence, fiziksel ve psikolojik olarak insanı yıpratan bir deneyimdir; ancak zamanla bu acılar azalarak geçer. Diğer yandan, ihanet; bir dostun, bir yoldaşın, bir ideolojinin veya bir inancın arkasında durmaktan vazgeçmek demektir ve bu durumun insan ruhunda açtığı yaralar zamanla kapanmaz.
Hücre duvarına kazınmış bu cümle, bize güven, bağlılık ve sadakatin önemini tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Devrimler, yalnızca dışsal bir değişim yaratmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin birbirine duyduğu güvenin inşası ve korunması üzerine kuruludur. Bundandır ki sistem, özel savaş yöntemleriyle devrimcilerin birbirine duyduğu güveni zedelemeyi amaçlar.
Sonuç olarak, özgürlük arayışında karşılaşılan zorluklar ve düşüşler, yolculuğun doğal bir parçasıdır. Her bir düşüş, bireysel ve toplumsal anlamda değerli dersler sunma potansiyeline sahiptir ve her acı, birer öğretici deneyim olarak karşımıza çıkar. Derin yaralar, tıpkı Çetin’inki gibi, yürekten gelen güçlü hikayelere dönüşme kapasitesine sahiptir; bu hikayeleri cesurca anlatabilecek olanlar ise bizleriz. Bu nedenle, güvenimizi koruyarak, iktidar odaklarının bizlere dayatmaya çalıştığı ihanet duygusuna karşı direnmek büyük önem taşımaktadır. Zira ihanet, yalnızca bireyleri değil, toplumun tamamını derinden etkileyen bir tehlikedir. Bu acıların bilincinde olmak ve üstesinden gelmek, özgürlük yolunda ilerleyen herkesin ortak sorumluluğudur. Bu bilinçle hareket etmek, daha aydınlık bir geleceğe ulaşılmasında kritik bir rol oynayacaktır.